Azrail'i Beklerken: Bir Sanatçı Ölmeyi İsterse
İran sinemasına aşina mısınız? İran’ın bakımsız ve tozlu yollarından, düzensiz trafiğinden, kendine has eskimiş mimarisinden görüntüler içeren filmlere özel bir merakınız var mı? Cevabınız hayırsa dert etmeyin. Hâlâ bu yazıyı okuyabilir, birazdan bahsedeceğim filmi izlememişseniz daha sonra bakmak üzere adını bir kenara not edebilirsiniz. Çünkü Azrail’i Beklerken, aşina olunanın dışında bir İran filmi.
![]() |
Azrail'i Beklerken |
Hikayesi günümüz İran’ının tanıdık atmosferinde geçmiyor. Eskilere dayanan bir masal bu, daha çok. Dinleyen herkesin kendine ait parçalar bulacağı türden, evrensel ve kadim bir masal. Yaşamın zorlu koşullarıyla mücadele etmeyi kolaylaştıracak bir kayıtsızlık kalkanıyla doğmamış hassas ruhları anlatıyor. Müziğin henüz yasaklanmadığı zamanlarda geçiyor. Başrolde, bütün melodilere kulak vermiş bir müzisyen var: Nâsır Ali.
Masal bütün eski Pers masalları gibi, şöyle başlıyor: Yek bûd, yeki nebûd. Bir varmış, bir yokmuş. 1958 yılının sonbaharında, İran’ın meşhur kentlerinden birinde meşhur bir kemancı yaşarmış. Zamanının en iyi virtüözü, dermiş çok bilenler. Tüm dünyada konserler verir, tüm dünyada sevilirmiş. Kırk yaşına kadar dünyayı gezmiş, kırkından sonra evlenmiş. Biri kız biri oğlan, iki çocuğu olmuş. Dışarıdan bakıldığında her şey yolunda gidiyor gibi gözüküyormuş. Yakından nasıl olduğunu karısı bilir. Fakat işte o yıl, 1958 yılının sonlarına doğru hayatında büyük bir kırılma yaşanmış. Ve bir daha hiçbir şey onun için yolunda gitmemiş.
Bu, bir müzisyenin yaşayabileceği en büyük kırılmaymış. Anlaşılan ona garez besleyen birisi, dünyaca ünlü Nâsır Ali’nin dünyaca ünlü kemanını kırmış. Tamiri imkansız, telafisi olmayan, onarılamayacak bir yıkım. Nâsır Ali, yine de hemen pes etmemiş. Kendi şehrinde en iyi kemanların satıldığı dükkana gitmiş, en iyi kemanı seçmiş. Fakat olmamış, kemanın sesi eskisinden çok uzakmış. Sinirlenmiş. Kandırıldığını hissetmiş, paldır küldür dükkana dönmüş ve kemanı dükkan sahibine iade etmiş.
Kardeşiyle kahvede oturup sinirlerini yumuşatırken bir daha asla keman çalmayacağını söylemiş. Kardeşi ona başka bir şehirde yaşayan bir keman satıcısından bahsetmiş. Denilene göre, orada Mozart’ın elindeki Stradivarius’u bulabilirmiş. Nâsır Ali umutlanmış. Yaşanmışlık içeren başka bir kemanı çalsa, belki eski melodiler canlanırmış.
Etrafa neşe saçan, şarkılar söyleyen, dost canlısı oğluyla o şehre doğru yola çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş; kemanı bulmuş, geri gelmiş. Elleri heyecanla titrerken duruşunu dikleştirmiş, kemanın gövdesini omzuna yerleştirmiş. Derin bir nefes alıp yayını germiş. Nefesini verirken yavaşça kavuşturmuş yayla gövdeyi birbirine. Ona keyif verecek bir parçanın en keyifli bölümünü çalmış. Fakat hayır, olmamış işte. Eskisi keyfi alamamış. İşte o zaman pes etmiş. Artık ona hiçbir kemanın keyif veremeyeceğini düşünüp ölmeye karar vermiş.
Masalın sonu gibi gözükse de film aslında tam burada başlıyor. Nâsır Ali, önce nasıl öleceğine bir türlü karar veremediği sonra da hiçbir ölüm şeklini beğenmediği için yatağına uzanıyor ve ölmeyi bekliyor. Masalın bittiği yerde, Nâsır Ali’yi daha yakından tanıma şerefine nâil oluyor; o hayatını gözden geçirirken biz de bir sanatçının geçmişini ve geleceğini kapsayan zihninin karmaşık haritasında sekiz günlük eşsiz bir yolculuğa çıkıyoruz.
Ölürken bile bir sanatçıya yakışacak biçimde zihninin derinlerinde kendisini sorgulayan Nâsır Ali, bizi derin düşüncelere sürüklüyor filmin geri kalanında. Onunla beraber biz de niçin ölmesi gerektiğine kanıtlar arıyor, eyleminin zeminini bir anlamla doldurmaya çabalıyoruz. Nâsır Ali’nin gençlik aşkıyla tanışıyor, bir kemanın içinde bir ömre bedel ne olduğunu keşfediyoruz.
En büyük tutkusuydu aşık olduğu kadın: Iran. Ne zamanki kavuşamayacağını anladı ona, işte tam anlamıyla o zaman girdi keman hayatına. Keman onun sırdaşı oldu, derdini dinledi. Nâsır Ali derdini kemana döktü, içini akıttı. Birlikte çaldılar imkansız aşkın feryadını. Nice gözlerin yaşardığına şahit oldular. Keman yıllandıkça ağırlaştı derdinden. Derdin kendisi oldu birden, aşkının yerine geçti: Keman, onun için Iran’ı temsil ediyordu. Yıllar geçtikçe azalması gerekirken artan hasretine rağmen ona dayanma gücü veren, kemanı ile yaptığı buluşmalar oldu.
Nâsır Ali, kemanıyla uzun yıllar geçirdi. Ömrünün kalan yıllarında onunla diyarlar gezmişti. Aşkına uzak düştü ancak tutkusuna yakın yaşadı. Bakıldığında, daha ne yapılabilirdi ki? Sözgelimi, kemanını çalmayı bırakabilirdi. Iran’ı hatırlamak istemediği için bir tornacı olmaya karar verebilir ve duygularına gereken ihtimamı göstermezdi. Ancak o ustasının sözünü dinledi ve kaybolmuş bir aşkı ölümsüzleştirmeyi seçti.
Onun için dönüm noktası aşkı sinesine doldurmuş böylesine bir kemanın parçalanması oldu. Yirmi yıldır Iran’a söyleyemediği ancak müziğinden duyulan ne varsa, döküldü kemanın kırıklarından. Müziğinin ağırlığı gitti, içi boşaldı. Belki Iran’ın yerine o kemanı koymasaydı, aşkı ile kemanını ayırt edilemeyecek kadar birbirleriyle özdeşleştirmesiydi, ona şunu diyebilirdik: Ancak Nâsır Ali, bu bir algı meselesidir. Yapman gereken tek şey, bakış açını değiştirmek. Tutkunun kaynağını sorgula. Hisset. Göreceksin. Aynı parmaklardan dökülebilir yeniden arzular. Fakat hayır, olmazdı işte, olmuyordu. Onun için çok geçti artık. Biz bunları düşünedururken o çoktan yedinci güne basmış, Azrail’in sesini duymuştu: Zavallı Nâsır Ali, bu yaşamdan başka bir şeyin yok.
Yaşamın yirmili yaşlarında kaldığını hissediyordu. Biliyordu ki hiçbir zaman yirmi bir yaşına geri dönemeyecekti. Parmakları o zamanki kadar titremeyecek, ilk yaktığı feryatlardan içiremeyecekti artık yeni bir kemana.
Ölmek zorunda mıydı Nâsır Ali? Hiçbir kemanla bir daha aynı ilişkiyi kuramayacağı için? Hayatını, kemanıyla kurduğu ilişkiden başka, dolduracak neyi vardı? Zeki, hayat dolu, ruhâni ama kendi umutsuz ve melankolik kanını taşıyan çocukları? Sevmediği karısı? O yuhalanırken alkışlanmış, bütün ilgiyi üzerine toplamış kardeşi? Peki ya bir nefeste içine çekebildiği hayat, tanınmış bir müzisyene niçin yetmedi?
Bu sorulardan hiçbirini cevaplamadan, buruk bir duyguyla bitiveriyor film. Elimizde sadece, otobüste yol aldığı bir sahnede Nâsır Ali'nin aklından geçtiğini bildiğimiz Ömer Hayyam'dan mısralar var: "Gelişim gökyüzüne bir şey katmadı, gidişim de ihtişamından bir şey eksiltmedi. Kulaklarım şahidimdir, kimse bana neden diye sormadı; neden geldim, neden gidiyorum?"
Masalın sonu öyle değil böyle olur dercesine, devrim yaratan bir girişimde bulunuyor Marjane Satrapi. Yeni nesil masalların cevaplar içermediğini ama sorulara yönelttiğini hatırlatıyor bize. Öz geçmişinden kopup gelmiş, alışılmadık huylara sahip tuhaf bir adam olan annesinin amcasını anlatan eski bir masalı, sanatçı elleriyle şekillendiriyor böylece.
İçinizdeki sanatçıya, hassas ruhunuza iyi gelecek bir film arıyorsanız Azrail'i Beklerken tavsiyemizdir. Bir ilaç olmadığını hatırlatalım yine de. Daha çok bir bitki çayı gibi. Sonuç vadetmiyor ama iç ısıtıyor.
İran filmi çok az izlemişimdir ama o kadar övülüyor ve sürekli karşıma öneriler çıkıyor ki daha çok izlemeye çalışacağım. Bu filmi de duymamıştım mesela.
YanıtlaSilEmin olun içine girdikçe çekileceksiniz :) Doğayla iç içe ve naif filmlerle karşılaşacağınızı söyleyebilirim size.
SilBizi güzel bir masal diyarına bıraktın, ruhumuz dinlendi, içimiz ısındı ellerine sağlık Hannecim:)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim Rukiyecim ❤️ Ruh dinlemeye ve bu sayede belki biraz dinlenmeye gönüllü olmadıkça masallar anlatılır durur, dolanır ortalıkta. Marifet anlatıcıda değil (:
SilTa en başta belirtmenize rağmen aksini yapıp izlediğim İran filmleri şablonuna oturtup hayal ettim filmi. Anlatımınız büyüleyiciydi. Amalric'i görünce büyü bozuldu :)) Şaka bir yana filmin ülkeye bakış açısını sevdim. Yönetmeni Persepolis ile tanıyorum. Azrail'i Beklerken'i izlemekte keyifli olacak. Çok teşekkürler :)
YanıtlaSilBilindik bir şeyin öyle olmadığı zamanları düşünmek zordur, hele ki bu bilindik şey sanki öteden beri öyleymiş gibi sertleşip katılaşmışsa. Bu filmi izleyin, İran sokaklarında üstü açık arabalarda fularları uçuşan kadınlar göreceksiniz :)
SilAmalric büyüyü bozmuş olabilir, bazıları onun aynı zamanda abartılı bir oyunculuğunun olduğunu düşünüyor. Ama bence rolünün hakkını vermiş, bu konuda içiniz rahat olsun :)
İran sinemasını genel olarak beğeniyorum, listeme alayım:)
YanıtlaSilNe güzel! İran sinemasına dair başka tavsiyeler de gelecek yakında, takipte kalın :)
SilBir kemancı zaten çalamadığında ölmüştür değil mi? Sadece keman için değil tüm sanatçılar için böyle bu.
YanıtlaSilHaklısınız, filmin verdiği mesaj tam olarak buydu, bir sanatçıyı öldürmek istiyorsanız ondan enstrümanını alın.
SilHarika bir yazı olmuş, kemanı kıranları ben de kırmak isterdim. İan filmlerini çok severim bu arada
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim ☺️ Evet, kırılan bir keman hepimizi öfkelendirir.
Silİlginç bir konusu varmış teşekkürler
YanıtlaSilRica ederim ☺️
SilSon dönemde epey bir İran sinemasından film izledim. Bunu da merak ettim. Bulup izleyeyim
YanıtlaSilNe güzel 😌
Siliran sinemasını çok severim, bunu hatırlamadım, iranlı yönetmen ve fransız filmi imiş herhalde ve amalric var good :) amalric in kelebek ve dalgıç da iyi film :)
YanıtlaSilİran Fransız ortak yapımı evet, ben yazıda değinmedim buna. Biraz politik bir mevzu. Marjane Satrapi'nin siyasi duruşundan dolayı filmlerinin kendi dilinde ve ülkesinde yayınlanması pek mümkün değil. Pek çok Farsi sanatçı gibi o da yabancı bir ülkede, o ülkedeki yapım şirketlerinin işbirliğiyle eserlerini özgürce üretebilmeyi tercih ediyor.
Silİran filmleri pek sarmıyor, ama yine de seyretmekte fayda mülahaza ediyorum. Önyargılı olmamak adına.
YanıtlaSilZevk meselesi, ancak bence de seyretmenizde fayda var :)
SilEski blog sayfanız gitti, bu sayfanızda da değişik konular paylaşıyorsunuz. Zamanla kategorilere de alışırız.
YanıtlaSilmerhabalar :) biraz değişikliğe gittik, umarım beğenirsiniz yeni görünümümüzü :)
SilHiç İran filmi izlemedim galiba. Bu çok ilginçmiş, merak ettim. Fırsat olursa bakayım, çok güzel bir inceleme olmuş. :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim ☺️
Sil