Asla Gözlerini Kaçırma: Her Hikâye Anlatılmaya Değer mi?

Bir film veya filmin yönetmeni, her seçimiyle izleyiciyi düşündürüyorsa bana göre işini yapmış demektir. Asla Gözlerini Kaçırma'nın açılış sahnesinde bir sergi odası yer alıyor ama eserleri seçemiyorsunuz; çünkü kameranın odağında modern sanattan bahseden ama onun önüne geçmiş gibi duran bir Nazi subayı var.

Never Look Away, Asla Gözlerini Kaçırma, film incelemesi

Anlatılmaya değer hayatlar mı yaşıyoruz ya da ne yaşasak anlatılmaya değer mi?

Başroldeki genç adamın sıradanlığı, bu soru üzerinde düşünmemizi sağlıyor. Şatafatsız ve hiçbir özellik barındırmayan bu sıradan yüz ve duruş, benim hikâyemin de anlatılabileceğini düşündürdü. Hatta neden henüz anlatılmadığını da sorgulamadım değil.

Genellikle İkinci Dünya Savaşı ile ilgili filmlerde şiddetin ve tacizin her türlüsünü görmüş, yok edilmiş etnik bir varlığı izleriz. Belki savaş ve savaşın olmaması gerektiği üzerine düşünürüz veya insanın kötülüğünün nedenleri üzerine tartışırız ama çok az İkinci Dünya Savaşı filmi, bir karakteri, psikolojisi, fizyolojisi ve iç dünyasıyla birlikte keşfetmeye çıkar. Alman yönetmen Florian Henckel von Donnersmarck’ın bana göre Asla Gözlerini Kaçırma’da yapmak istediği tam olarak bu olmasa ne baştaki bulanık görüntüyü kadrajda görürdük ne de sıradan, bizim gibi bir oyuncuyu başrole alırdı.

Aklınızdaki bir hikâyeyi anlatıyorsunuz ve bunu hareket eden görüntüler ve ses ile yapmaya karar verdiniz. Peki izleyici sanat nedir, hikaye nedir, bir hikayeyi anlatılmaya değer kılan ve diğerlerinden ayıran şey nedir gibi sorularla ilgilenecek mi? İlgilenmiyorsa, bence bunları düşünmeden izlediği onca filmde döktüğü gözyaşına, attığı kahkahaya yazık.

Tabii narsist sanatçının sanatı sorgulatmadan, sadece ortaya koyduğu görüntülerle mest ettiği filmler var, Ayna gibi… Bir ekolü izlediğinizin farkına varır ve o ciddiyetle izlersiniz o tarz filmleri. Sanatçı, sanat için de eser icra eder diye düşünürsünüz. Kimi zaman da içinize işleyen bir hikâye, sanat iyi ki toplum için var dedirtir. Ama sanatın ve o sanat dalının her öğesiyle ilgili soru sordurmayı başarmış az eser vardır ve ele aldığımız film, Asla Gözlerini Kaçırma (2018), bu kategoride yer alır.

Nasyonal Sosyalist ve Sosyal Darwinci Nazilerin Münih’te açtığı, zamanında büyük sansasyon yaratmış olan “Yozlaşmış Sanat Sergisi”nde başlayan film, sanattan taraf olduğunu filmi bir sanatçının sanatının ortaya çıkışı etrafında işleyerek ortaya koyuyor. Bunu yaparken de ideolojilerinin (Nasyonal Sosyalizm ve Sosyal Darwinizm) değersiz kıldığı toplumsal kesimlere (akıl hastaları, fiziksel deformitesi olanlar vb.) özellikle yer veriyor.

Karakterleri arasında acımasız bir eski Nazi doktorunu da barındıran film, doktorun diğer karakterlerle ilişkilerinden yararlanarak bir Nazi doktorunun da kafasına girmeyi başarıyor. Onu sevmiyorsunuz, ona üzülmüyorsunuz ama onu anlıyorsunuz.

Yönetmenin sanat anlayışının belirdiği sahne ise başroldeki ismin Nazi subayını resmettiği tablosunu gördüğümüzde netleşiyor: Sanat görür. Sanat orada olanı, olmayanı, gizleneni, açıkça görüneni… Sanat her şeyi görür. Siz de sanatı, Nazi Almanyası’nı ve yüreğinizi burkacak toplumsal gerçekleri Donnersmarck’ın gözlüğünden görmek isterseniz Asla Gözlerini Kaçırma (2018) filmini izleyebilirsiniz.
Yazan: Sevgin Dilek

Öncelikle bir sinefil ve bir yazar adayı. Kısa hikayeler yazar. Hemingway kırmızı çizgisidir.

Yorum Gönder

1 Yorumlar

  1. Filmi izlemedim, hafta içi fırsat bulunca izleyeyim:) O dönemi anlatan filmleri merak ediyorum, seyrederken de bir o kadar kötü oluyorum. Emeğinize sağlık:)

    YanıtlaSil