Dünya'nın Sonundaki Han - Emir Elbir
Gecenin bir vakti ormanlıkta kaybolmuştum. Koşup durdum ama yine de bilindik bir yere varamadım. Susuzdum, açtım. Ayakta durmaya bile hâlim yoktu. Son bir umutla yürüdüm upuzun, kapkaranlık ağaçların arasından. Gözlerim uzakta yanan bir ışık gördü. Ben de bu ışığa doğru yürüdüm. Yürüdükçe ışık arttı, tabii umutlarım da. Derken vardım bir Han'a. Tabelasında ‘Dünya'nın Sonundaki Han’ yazıyordu.
Eski, gıcırdayan kapısından içeri girdim. Kendimi bir anda Ortaçağ’dan çıkma, sessizliğin hâkim olduğu bir handa buldum. Kilolu ve kırmızı elbiseli bir kadın yaklaştı yanıma. “Aç mısın, susuz musun?” diye sordu. Ondan su ve yemek istedim. Sağ olsun, bana en güzelinden yemek, en güzelinden şarap getirdi. Teşekkür etmemle beraber merakım tekrardan kabardı. Kadına “Buraya en yakın yer nerededir güzel kalpli kadın, bilir misin?” diye sordum. Kadın “En yakını da uzaktır tüm diyarlardan buraya. Burası Dünya’nın Sonundaki Han’dır." diyerek cevap verdi bana. Baktım kadına, o an anladım nerede olduğumu. Her şeyin sonundaki o yerdeydim. Dünya’nın Sonundaki Han’daydım. Oturdum da oturdum, yedim de yedim, içtim de içtim ama anlamını bulamadım buraya gelmemin. Ben o vaziyetteyken çapulcu gibi giyinmiş, yaşlı bir adam yanaştı yanıma. “Nedir derdin genç delikanlı? Anlat ki at içindeki cereyanı.” dedi. Kendimi yaşlı adamın samimiyetine verdim, başladım anlatmaya. “Sen! Bilge, yaşlı ve tecrübe abidesi adam. Benim bu derdimi çöz, bu zor sorumu cevapla. Neredeyiz biz?”
“Aramayan kimsenin göremediği, görenlerinse gidemediği unutulmuşların yerindeyiz. Kaybolduklarını sanan ama burayı arayanların durağındayız. Biz Unutulmuşların Han’ı, Dünya’nın Sonundaki Han’dayız.”
Yaşlı adam sözlerini bitirir bitirmez kalktı masadan ve Han’ın sessiz kalabalığında kayboldu.
“Ben burayı aramamıştım. Ama emin miydim bundan? Dışlanmış, atılmış, uzaklaşmıştım ama tek aradığım sıcak bir yerdi. Kaçmıştım herkesten, unutulmak istemiştim. Bu muydu isteğim? Unutulmuşların Han’ında mı olmaktı kaderim?”
Ben bu hâlde kendimi sorgularken masama gelen bir kadın gördüm. Bakımlı bir kadın altın sarısı saçları, güzeller güzeli kırmızı bir köy elbisesi içinde masama oturdu. “Nedir bu dertli gözlerini bilinmeyene diktiren soru İyi Bey? Anlat ki vereyim cevabını.” diye sordu. Kendimi bu harikulade kadının dik bakışlarına verdim, başladım anlatmaya. “Sen! Öz güvenin dışa vurumu, güzeller güzeli ve dik duruşlu kadın. Benim bu derdimi çöz, bu zor sorumu cevapla. Neredeyiz biz?”
“Güzelin daha güzelinin, iyinin daha iyisinin evindeyiz biz. Tepenin daha da tepesindeki o yönetenin dağındayız biz. Sadece bilenlerin ve hak edenlerin gireceği, altından yapılma o büyük şatodayız biz. Zenginlerin Han’ı, Dünya’nın Sonundaki Han’dayız.”
Güzeller güzeli kadın sözlerini bitirir bitirmez kalktı masadan ve Han’ın sessiz kalabalığında kayboldu.
“Ruhum bu kadar zengin miydi benim? Hak ettim mi ben bu sonsuzluk şatosunda hapsolmayı? Ne istediler de benden görünmez oldu altınlar bana? Sonlu yolculuğumda, sonsuzu hak edecek bir şey yapmadım ki. Ne yaparım ben Sonsuzluğun Han’ında?”
Ben bu hâlde kendimi sorgularken masama gelen bir adam gördüm. Kolundaki deri kemerli altın saate bakarak geliyordu. Mavi takım elbise giymiş, pembe gömlekli bir adamdı. Her attığı adım saniye ile eş zamanlı vuruyordu yere.
“Zamanın sonsuz olduğu, dakikaları saymanın zevkini asla kaçırmayacağın o kutsal yerdeyiz. Burada her an, her dakika, her saniye geçen tüm zamanlara hükmederiz. Ne bir saniye fazlası ne bir saniye azı. Zamanın Han’ı, Dünya’nın Sonundaki Han’dayız.”
Mavi takım elbiseli adam saatine bakarak kalktı masadan ve adımlarını sayarak Han’ın sessiz kalabalığında kayboldu.
“Sonsuz zaman da sonsuz olan her şey gibi değersiz değil midir? Yaşamımın içini dolduramayacaksam sonsuzluğun manası nedir ki? Bu susuzluğu dolduracak bir şey yoktur hayatımda. Hiç mi çıkamayacağım ben bu Unutulmuşların, Zenginlerin, Zamanın Han’ından? Sıkışıp kaldım mı Dünya’nın Sonundaki Han’a.”
Ve devam ettim kahrımı çekmeye, sorgulamaya. Düşündüm de düşündüm, sordum da sordum ama bulamadım bir çift kör gözün gördüğü cevabı. Derken kalktım gittim bana verilen odaya. Koydum kafamı, baktım tavana. Tavanın sıyrık tahtalarının arasından bir yüz belirdi gözlerimin önünde. Sordu bana bu tanımadığım yüz. “Sıkıntın, derdin nedir? Anlat bana, ben her şeyi çözerim. Burada asırlar geçirdim, tecrübem boldur.” dedi. Cevapladım sorusunu. “Kime sordumsa ikna etmedi beni cevapları, kime sordumsa kendininkini söyledi. Peki söyle bana bilge, gezgin ruh. Neredeyiz biz?”
“Olmayanın olduğu, yaşamayanın yaşadığı yerdesin. Görmek istediğini de istemediğini de gördüğün yerdesin sen. Varlığın derinlerini tattığın yerdesin sen. Buradasın sen. Dünya’nın Sonundaki Han’dasın sen.”
Yüz, tavanın tahtaları arasında kayboldu. Ben ise dediklerini düşünemedim. Derin bir uykuya daldım.
Gözlerimi sonsuzluğun perdesinin önünde açtım. Elle dokunulmuş galaksiler vardı bu perdede. Parlak yıldızlar, karadelikler, gezegenler vardı bu perdede ama daha fazlasını göremedim. Aradım, daha fazlasını aradım. Bulamadım. İşte o an umutsuzluğa kapıldım, derin bir umutsuzluğa. Aradığım hiçbir şeyi bulamamanın verdiği o şiddetli ama atılamayan hüzne ve umutsuzluğa. Neydim ben? Neden vardım? Anlamsız değil miydi bu devasa galakside benim varlığım?
Sordum, ben hep sordum. Delirdim en sonunda, kendimi kaybettim. Derken bir ses bana seslendi. “Var olmuşların içinde küçük bir toz tanesisin sen. Ben ise kainatın ta kendisi. Ama bu hâldeyken benden çok acı çekersin. Ey anlamsız zerre! Sor bakalım sorunu, at derdini. Tekrarlama hatanı.” Hatamı işte tam o an anladım ve sordum. “Neredeyim ben?”
“Kendi içinde kaybolduğunu sanıp durdun bir süre. Ama anlamadın ki kendi içindeki her şey kendindi. Bencili de gönlü bolu da sensin, kendinsin. Kendinsin sen. Kendindesin.”
O an yarıldı perde. Yerimi buldum. Kendime geldim.
Kaleminize sağlık 🌺
YanıtlaSilOldukça akıcı bir öyküydü kaleminize sağlık 😇
YanıtlaSilakıcı bir öykü, kaleminize sağlık...
YanıtlaSilGüzel bir öykü, keyifle okudum.
YanıtlaSilAkıcı bir öykü, kaleminize sağlık 😇
YanıtlaSil