Tutsak - Aylin Arifoğulları
Gözlerini açtığında sabah saat beşe geliyordu. Bu evde geçirdiği
yüz yetmiş birinci gündü. Perdeyi aralayarak camdan dışarı baktı. Paslı
anahtarın kurak günlerin sonunda toprağa düşen ilk damla gibi kapı deliğinden
geçerek esarete son vereceği gün bugün müydü?
Bugün iyi olacağını düşündü Defne. Yalnızlığa alışmıştı. Tabağına biraz yulaf lapası koydu. Adam bazen yemek bırakmayı unuturdu. Belki de yemek getirmek istemezdi. Öyle zamanlarda dolapta biriktirdiği yulaflara biraz çeşme suyu koyar, karnını doyururdu. Kapana kısılmıştı ama koca bir ev ona aitti. Kendini bunu düşünmemeye adar ve daha önce üç kez okuduğu kitabı açardı. Ama bugün esaretinin sonuna geldiğini hissediyordu. Çünkü bahar gelmişti. Düşünmekten çekinmeyecekti. Kaçırıldığı günü anımsamaya çalıştı.
Arkadaşıyla buluşacaktı Defne. Uzun, sarı saçlarını örerek sağ omzuna attı. Akrep ve yelkovan gece yarısına vurduğunda ahşap kutunun içindeki guguk kuşu fırlayıp can havliyle öttü. Göz ucuyla saate bakan Defne, ceketini giydiği gibi kendini dışarı attı. ‘Kaç sene oldu, üç mü? Ne zamandır görüşmüyoruz.’ dedi içinden otobüs durağında beklerken. Hiç otobüs de geçmiyor, en iyisi taksi çağırayım, diye düşündü.
Sarı kapı açıldı, kapandı. Önce pullu çantasını attı koltuğa, sonra kendini bıraktı. “Sevinç pastanesine!” dedi taksiciye. Taksicinin gözleriyle karşılaşmayı bekleyerek dikiz aynasına dikkatlice baktı ama adamın yüzünü seçemedi. Telefonunu çıkarıp arkadaşıyla yaptığı konuşmaları baştan okudu. “Varmamız neden bu kadar uzun sürdü?” diye sordu. Sonra burnunu cama yaslayarak dışarı bakmaya çalıştı. “Beş dakikaya oradayız hanımefendi.” dedi taksici. Defne sinirlendi. “Yirmi dakikalık yolu yarım saattir gidiyoruz. Uzun yoldan getirdin beni, değil mi? Çek kenara ineceğim.” Taksici elini havaya kaldırıp ‘Ne anlatıyorsun?’ der gibi bir hareket yaptı. “Sevinç pastanesi dedin getirdik işte. Baştan söyle madem hangi yoldan gitmek istediğini.” Defne kaşlarını çattı. “Çek kenara.” Araba kaldırıma yanaşır yanaşmaz indi taksiden. Araba kaygan yolda gıcırtılı sesler çıkararak kayboldu. Çiseleyen yağmur Defne’nin yanaklarını gözyaşları gibi ıslattı. Genç kız pastanenin olduğu caddeye doğru yürürken arkadaşını aramak istedi, elini cebine attı. “Hayır ya!” Sesi ıssız sokakta yankılandı. Çantasını takside unutmuştu.
Defne, tatsız yulaf lapası ağzında bulamaç gibi olurken, kaçırıldığı geceden beri ne kadar yaşlandığını düşündü. Gözleri daha cansız, saçları daha solgundu. Hayatında ilk kez bir evle bu kadar iç içe geçmişti. Aynı kıyafeti sürekli yıkayıp asarken, eteklerini toplayıp banyo zeminindeki suyun içinde yerleri köpükleyerek silerken, her gün aynı kâseyi sıvı sabunla ovalarken... Yaşamanın nasıl bir şey olduğunu mu unutmuştu yoksa hayatta kalmak da yaşamaya dâhil miydi ayırt edemiyordu artık. Ama bugün esareti bitiyordu. Bugün kurtulacak gibi hissediyordu. Kaçırıldığı günkü soğuğu hissederek ürperdi. Kollarındaki gençlik tüyleri diken diken olmuştu.
Böyle zamanlarda hep endişelenirdi. Arkasına baka baka ilerledi sokakta. Karşı kaldırımdan geçen çantalı adam dışında kimse yoktu. O da ilk köşeden dönüp gitmişti. Pastanenin oraya vardığında arkadaşını göremedi. Defne geç kaldığı için arkadaşı gitmiş miydi yoksa henüz arkadaşı gelmemiş miydi, bilemedi. ‘Ben de biraz bekler giderim.’ diye düşündü. Çok geçmeden önüne bir araba yanaştı. Arabadan uzun boylu, kırmızı ceketli bir adam indi. Defne’ye bakarak güldü. “Bugünün teslimatı erken gelmiş.” Defne kaşlarını çattı. “Anlamadım?”
Adam cebinden bir sürü anahtar çıkardıktan sonra pastaneyi işaret etti. “İşletmemin önüne oturmuşsun. Beşten önce kekler gelmez de.” Defne güldü. “Kusura bakmayın, arkadaşımı bekliyorum.” Adam pastanenin kapısını açtı. “Yağmur yağıyor. Ben de telefonumu alıp çıkacaktım ama arkadaşın gelene kadar bekleyelim. Sana sıcak bir şeyler yapayım.” Defne adamı takip etti. Çay makinesinin ışığı, karanlığın içinde kızgın ifadeli bir göz gibi parlıyordu. Adam kapıya doğru ilerleyip dışarı baktıktan sonra aceleyle kapıyı kapattı. “Arkadaşın geç kalacak herhâlde. Gel sana pastaları yaptığımız yeri göstereyim.” Defne daha önce pastanenin iç kısmını hiç görmemişti. Adamı takip etti.
Yulaf kasesini sehpaya bırakarak dış kapıya doğru yürüdü Defne. “Buradan çıkarsan ölürsün!” demişti adam. Henüz on sekiz yaşındayım, diye geçirdi içinden. Ölmek istemiyordum ki. Ama artık o kadar umursamıyordu. “Artık büyüdüm.” diye mırıldandı.
Pastaların tutulduğu yeri çok beğenmişti. Rengârenk kremalar, pastaların üzerine yazılmış iyi dilekler, çizgi film figürleri... Kendini başka bir diyara gitmiş gibi hissetti. “Sen baya uslu bir kızsın herhâlde. Annen baban şanslıdır.” Defne başıyla onayladı. “Söz dinlerim.” Adam odanın kapısını kapatıp kilitlerken zihninin içi bomboştu. Defne kilit sesiyle irkildi, kapıya atıldı ama adam eline geçirdiği ilk şeyi kızın kafasına doğru savurdu. Genç kız o anı şeytanı ilk gördüğü an gibi yerleştirdi zihnine. Gözleri kapandıktan sonra başına neler geldiğini bilmediği için soğuk soğuk terledi tekrardan.
Adam, Defne’nin yere yığıldığını görünce korkuyla sırtını duvara yasladı. Neden böyle davrandığını bilmiyordu, kız üstüne gelince paniklemişti. Dışarıya çıkarak kızın arkadaşına haber vermeyi düşündü ama bu, işleri daha da karıştırırdı. Şuncacık canı var zaten, ya öldüyse? Kapıyı açıp kızı ayaklarından sürüyerek arka kapıdan dışarıya çıkardı. Malları yüklediği kamyonetin kasasına yuvarladığı gibi kapıları kapatıp sürücü koltuğuna geçti. “Neden kızın bana asıldığını düşündüysem zaten. Bana bakar mı ki?” Dikiz aynasından kendine baktı. “Ya öldüyse? Benimki de nefsi müdafaa sayılır mı? Bana kim inanır?”
Defne o gün, içinde kurtulacağına dair bir hisle uyanmıştı. Ama hava kararmaya başlamıştı ve kimse ziyaretine gelmemişti. Kimse onu kurtarmamıştı. “Buradan çıkarsan ölürsün.” diye tekrarladı. Adam onu yere attığında yavaş yavaş kendine gelmeye başlamıştı o gece. Bir halıya sarılıp zeminin üstüne öylece bırakıldığında adamın bağırdığını duymuştu. Kafasını kaldırıp onun yüz ifadesine bakamayacak kadar korkmuştu. Ama artık büyüdüm, diye geçirdi içinden. Kaçacağım. Ölümüm pahasına da olsa kaçacağım. Hızla yerinden kalkarak evdeki çekmeceleri deli gibi karıştırmaya başladı. Elbisesi dizlerine sürtünüyor, onu kaşındırıyordu. İşine yarayabileceğini düşündüğü sivri aletleri, çivileri aldı. Avucunda nesnelerle kapıya doğru koştu. Kalbi hızla atıyordu. Bir yolu olmalıydı. Elini dış kapının koluna attığı gibi kapı açıldı. Defne nefes nefese bir iki adım geri çekildi. Elindeki aletler tahta zemine düşerek oldukları yerde yuvarlandılar. Genç kız yalın ayak kapıya yaklaştı. Bir adım daha attı. Dışarı çıktı.
Adam kamyoneti gidebileceği tek yere sürdü. Yazları ara sıra kalmaya geldiği bir ev vardı. Bahçesinde tahtadan uçaklar yapmayı, camları açıp rahat koltuklarda kitap okumayı seviyordu. Kafa dinlemek için almıştı burayı. Buraya gelirken kimseyi yanında getirmezdi. Kızı kucaklayarak yazlık evden içeri girdi, kucağında bir ölü taşıdığını düşünerek birden tiksindi, kızı yere attı. Halıya sardı. Parmak izlerini falan da silmek gerekirdi. Salon aynasından zar zor görünen silüetine baktı. Ya ölmediyse? “Buradan çıkarsan ölürsün!” diye bağırdı yarı karanlık yüzüne. Panik hâlinde evden çıkıp gitti.
Daha sonraları onu kontrol etmeye geldiğinde kızın evde dolandığını görmüştü. Onunla karşılaşamayacak kadar utanıyordu. O yüzden ara sıra gece saatlerinde gelip ona yüklü miktarda yiyecek bırakır ve giderdi. ‘Belki de gidecek bir yeri yoktur. Yoksa neden çıkıp gitmesin ki?’ diye geçirdi içinden.
Yemyeşil bahçenin ortasında, ayaklarına yabani otlar batarken ne hissedeceğini bilemiyordu Defne. “Bunca zamandır...” dedi. “Bunca zamandır özgür müydüm?” Ağlasa mıydı kayıp giden onca zamanın arkasından. Şimdi ne yapacaktı? Can havliyle koşsa mıydı? “Risk almaktan bu kadar korkmasaydım.” dedi ve yavaş yavaş ormanlık alanın içine doğru yürümeye başladı.
Sonunu merakla bekledim, çok güzeldi 🌟 😍
YanıtlaSilTebrik ediyorum sizi çok sürükleyici bir hikayeydi.
YanıtlaSil